Hikikomori, basitçe ‘Hickey’ olarak telaffuz edilir. Bu rahatsızlık Japonya ve Uzak Doğu ülkelerinde başlar ve Türkiye dahil tüm dünyada bireyleri etkiler. Sosyal izolasyon olarak bilinen Hikikomori, dijital dünyanın gelişmesi ile birlikte bireyin sosyal ortamda uzaklaşarak kendini odaya kapatma rahatsızlığıdır. Dijitalleşme ile birlikte ve online yaşamda geçirilen sürenin uzaması Dijital Çağın yeni rahatsızlıkları arasında yerini almıştır.
Hikikomori olan bireyler, odalarından çıkmayarak müzik dinlemek, internette dolaşmak, film izlemek, sürekli bilgisayar oyunları oynamak ve uyumak dışında başka bir işle uğraşmamaktadırlar. Hatta tuvalet ihtiyaçlarını da odalarında giderebilmektedirler.
Hikikomoriyi ilk defa bir rahatsızlık olarak isimlendiren kişi, Japon Psikolog Tamaki Saito’dur. Kitabın adı “Hikikomori: Adolescense Without End (Hikikomori: Sonu Gelmeyen Ergenlik)” 1998 yılında yayınlanmıştır. Saito, kitapta kendi hastalarıyla klinik deneyimlerinden yola çıkarak sosyal geri çekilme tanımını oluşturmuştur.
Japonya Çalışma ve Refah Bakanlığı, odasından çıkmayanların hastalığı olarak tanımlamıştır. Bu tanımdaki birey iletişimini sınırlandırarak evinden ve odasından en az altı ay ve daha fazla süre çıkmamasıdır.
Japonya’da Hikikomori rahatsızlığı, sosyal kültürel akıl sağlığı fenomeni olarak görülmektedir. Nüfusun en az % 1,2’sini (yaklaşık bir milyon kişiyi) etkilediği ve sosyal, sağlık ve ekonomik açıdan önemli bir sorundur.
Hikikomori, büyük oranda ön ergenlik döneminde (13-14 yaşlarında) başlamaktadır. Evden çıkmama davranışının çocuklarda ilk belirtisi genellikle okula gitmeyi reddetmektir. Aileler, çocuklarının evde ders çalıştığını ya da oyun oynayarak dışarda sorun yaşamıyor diye düşünür. Bu durum çocuklarda alışkanlığa ve sanal bağımlılığa ve sanal krallığa dönüşmektedir. Birey sanal krallıkta, kendini istediği gibi tanıtmakta ve eleştiri olmaksızın onaylanmış kimliği ile egosunu rahatlatmakta.
Hikikomoriler, odalarında tek başlarına yaşam sürerler. Yaşadıkları durumdan çıkmak ve problemlerini çözmek ve eyleme geçmekte kararsız ve yetersizdirler. Eğitim ve iş yaşamının odalarında hayat yaşarlar.
Evde aile otoritesine bağımlı bu bireyler, odalarına kapanarak dışarıdaki gerilimli hayattan uzaklaşmayı tercih etmektedirler. Ebeveynler çocuklarına aşırı bağımlıdır ve aşırı koruyucudur. Bu durum kendi dünyalarına çekilen bu bireylere; gerekli rehabilite ve tedavi süreçlerinin gecikmesine sebep olmaktadır.
Aile yapıları genelde aşırı kontrolcüdür. Baskıcı ve başarı, kariyer odaklı ailelerin zeki ve yetenekli çocuklarında orta sınıf ailelerin çocuklarında görülmektedir.
Odadan çıkmama nedeni : Bireyin yaşadığı zorbalık, aile içinde yaşanan problemler, utanç, kariyer stresi, sınav kaygısı, başarısız aşk ilişkileri gibi duygusal sorunlardır. Ayrıca dijitalleşen dünya, travmalar, sosyal uyumsuzluk, onaylanmama kaygısı, aşırı koruyucu ebeveyn baskısı gibi pek çok sebep sorun olabilir.
Bireyin yaşadığı odadan çıkmama durumu zamanla; alışkanlığa, bağımlılığa, tepkisizliğe, hissizliğe ve hareketsizliğe dönüşmektedir. Psikolojik olarak ise yaşadığı bu sıkıntılar, öfkeye, kaygıya ve depresyona dönüşmektedir.
Bu bireyler iletişimlerini odalarındaki bilgisayar ve cep telefonu aracılığı ile formlarda yazışmak ve yemek siparişinden ibaret bir hale dönüşür.
Türkiye’de de hikikomori rahatsızlığı olan vakalar vardır. Fazla korumacı davranan ebeveynler evlatlarının Hikikomori yani “Sosyal içe çekilme rahatsızlığı ”nın olduğu ve tedavi edilebileceği konusunda yeteri kadar bilinçli değildir.
Ebeveynler, çocuklarının sorunun çözümü olarak; okula veya işe devam etmelerini beklemektedir.
Rahatsızlık yaşayan bireyler ise; ailenin, okulun ve toplumun beklediği başarı, baskı, sosyal uyum, problem çözme, uygulama konusunda başarısız ve kaygı düzeyleri yüksek olduğu için kendilerini odalarına hapsetmişlerdir.
Ebeveynler de, evlatları kadar sorunun çözümünün bir parçası olarak kendilerinin de uzman desteğine ihtiyaçlarının olduğunun farkında değildirler. Bu durumun sonucunda tedavi süreci gecikmekte ve iyileşme süresi uzamaktadır.
Yaşadığımız pandemi süreci ile birlikte, kendi dünyalarına çekilen, iletişime geçmeyen, sorumluluk almayan çocuk, genç ve yetişkinlerin durumunda artış görülmektedir. Pandemi sonrasında, bu kişilerin uyum süreci için aile, okul ve toplumun bilinçlendirilmesine yönelik bilimsel çalışmaların yapılması yararlı olacaktır.